15 ve 22 Temmuz tarihlerinde görülen yedinci ve sekizinci celselerde, TKP/ML’nin “elebaşı” olmakla suçlanan Müslüm Elma’nın dava hakkındaki beyanı büyük yer tuttu.
60’a yakın sayfalık bir metinle iddianameye karşı açıkladığı görüşlerini burada belgeliyoruz
Müslüm Elma, iddianamede, TKP/ML’nin kurucusu olan Türkiyeli devrimci İbrahim Kaypakkaya’nın yalnızca 18 Mayıs 1973 tarihinde Diyarbakır Cezaevinde “vefat ettiğinden” söz eden Federal Savcılığın, Türkiye Cumhuriyeti devletinin TKP/ML’ye bakışını ne ölçüde benimsediğini göstererek beyanına başladı. Kaypakkaya’nın gerçekte cezaevinde gördüğü işkence yüzünden ölmüş olduğu, bugün Türkiye’de artık liberal çevrelerde dahi tartışmasız kabul edilmekte.
Ardından, Türk-Alman ilişkilerinde oynadığı rolü ortaya koyarak, TKP/ML’ye yönelik bu büyük davayı Almanya’nın “faşist Türk devletine bir hediyesi” olarak nitelendirdi ve Alman adaletinin, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında elde edilen “bilgileri” dahi Alman makamlarına iletmiş olan Türk adaleti ve güvenlik güçleriyle doğrudan işbirliği yapmasını eleştirdi. Ve Türkiye’de hukuk devletinden arta kalan son unsurların da Erdoğan iktidarında ortadan kalkmış olduğunu ifade etti. Ardından, Türkiye’nin ve batılı devletlerin Ortadoğu’da oynadığı rolün, Kürt sorununun ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin karakterinin analizine geçti. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ırkçı karakterinin, kuruluş ideolojisinin ve -Alman İmparatorluğunun da Ermeni soykırımını destekleyerek pay sahibi olduğu- tarihinin bir parçası olduğunu ortaya koydu. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bugüne azınlıklara ve tüm ilerici ve devrimci şahıs ve gruplara yönelik baskı ve zulmü anlattı. Beyanın güncelliği nefes kesiciydi: beyanın verildiği iki celse arasında, Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askeri darbe ve ardından AKP’nin karşı-darbesi gerçekleşti. Müslüm Elma bu duruma, 22 Temmuz 2016 tarihinde görülen celsede ek bir beyanla tepki gösterdi. Askeri darbeyi ve karşı-darbeyi Türkiye’ye egemen olan klikler arasındaki bir mücadele olarak nitelendirdi ve bu bağlamda bir kez daha Türkiye Cumhuriyeti devletinin faşist karakterinin altını çizerek, bu bilgiler ışığında on komüniste yönelik davanın meşruiyetinin daha da tartışmalı hale geldiğini belirtti.
Başka sanıklar da önümüzdeki celselerde beyanda bulunacaklarını açıkladılar.
Savunma da, Erdoğan rejiminin yaptığı “darbeden sonra darbe” vesilesiyle, 8 ve 11 Temmuz tarihlerindeki celselerdeki davanın düşürülmesi talebini daha ayrıntılı bir biçimde gerekçelendirerek tekrarladı ve mahkemeyi yeniden Adalet Bakanlığının verdiği kovuşturma yetkisini geri alması başvurusunda bulunmaya davet etti. Dilekçede, başka uygulamaların yanında olağanüstü hal ilanı, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonunun geçerliliğinin askıya alınması ve şimdiye dek yaklaşık 65.000 memurun görevden alınması ve tutuklanması anlamına gelen “darbeden sonraki darbe” ile Türkiye’nin Erdoğan iktidarında fiilen bir diktatörlüğe dönüşmüş olduğu ve böylece insanlık onuruna değer veren ve Alman ceza hukuku tarafından korunması gereken bir devlet olmaktan darbe öncesine oranla daha da uzaklaşmış olduğu ifade edildi. Ayrıca yalnızca Türkiye’de terörist olarak kabul edilen bir örgüte üye oldukları iddia edilen ve üyelik haricinde Almanya’da herhangi bir (şiddet) eylemiyle itham edilmeyen sanıklara yönelik bu devasa davanın sürdürülmesinin, Erdoğan tarafından ancak şahsına ve politikasına yönelik bir destek olarak görüleceği ve dolayısıyla bu durumun Erdoğan iktidarına dolaylı olarak güç katmak anlamına geldiği vurgulandı (bakınız: 21.07.2016 tarihli basın açıklaması ve davanın düşürülmesi yönündeki dilekçeye ek).
Daha sonra Federal Savcılık, savunmanın beşinci celsede verdiği dilekçeyle Federal Savcılığın üç mütalaasının yeniden tercüme edilmesi talebine cevap verdi. Mahkemenin de yetersiz çeviri kalitesinden rahatsızlığını dile getirmiş olmasına rağmen, Federal Savcılık mütalaasında ciddi ciddi, şimdiye dek mahkeme tercümanlarından kaynaklanan büyük bir sıkıntı olmadığını öne sürdü. Federal Savcılık, bu tutumuyla, savunmanın taleplerine refleks halinde ve prensip olarak karşı çıktığını ve müvekkillerimizin duruşmanın bir bölümünü anlamamasını sorun olarak görmediğini bir kez daha göstermiş oldu. Mahkeme tercümanlarının, Federal Savcılığın görevlerini sürdürmelerinde ısrarcı olmasının yeterince kıymetini bilmemesiyle, durum daha da komik bir hal aldı: söz konusu mütalaanın okunması bir kaos halini aldı, zira görevli tercüman önceden çevrilmiş olan mütalaayı eşzamanlı olarak okumaktan bile acizdi.
Daha önce de olduğu gibi, bu iki celsede de seyirci sıraları doluydu. 15 Temmuz 2016 tarihinde, duruşma esnasında mahkeme binasının önünde, yaklaşık 300 katılımcının sanıklarla dayanıştığı bir miting yapıldı.
Dava önümüzdeki pazartesi, yani 25 Temmuz tarihinde saat 9:30’dan itibaren devam edecek.
Bayan Dr. Büyükavcı’nın bir beyanda bulunacağı bildirildi.
29 Temmuz Cuma günü duruşma saat 13:30’da başlayacak.